peygamberler tarihi oku,peygamberlerin hayatı oku,ehli beyt büyükleri 12 imam hayatı oku,ashabı kiram hayatı oku,islam alimleri hayatı oku,evliyaların hayatı oku
Arapça derslerimiz ve diğer İslami ilimlerle ilgili videolarımız ve diğer eserlerimiz başta hayat rehberimiz olan Kur'anı Kerimin ve diğer temel islami kaynakların anlaşılmasına yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır.Eserlerimizden istifade edip katkıda bulunan bütün takipçilerimizden,sitemize sponsor olarak, yada arapça ve diğer setlerimizi sipariş eden,bize dua eden,yorum yaparak yada sosyal medyada tavsiye ederek desteklerini esirgemeyen bütün kardeşlerimizden Allah razı olsun.Selam ve dua ile.
Hz. Âdem (aleyhisselâm) - 1. Bölüm
Her hikâye belli bir yer ve zamanda geçer. Kahramanı da çoğu kez insandır. Genellikle de “bir varmış bir yokmuş.. evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... yıllar ve çağlar öncesinde...” sözleriyle başlar anlatanlar. Fakat şimdi anlatacağım farklı. Çünkü hikâyemiz henüz insanoğlu yaratılmadan önce başlıyor. Ne zaman vardı bu hikâye başlarken ne de mekân...
Zaman öncesi... Mekân öncesi...
Sadece Allah vardı.. ve Allah’tan başka hiçbir şey yoktu. Sonsuz huzur ve heybet, sonsuz güzellik ve yücelik yalnızca O’nundu. Ne Dünya’mız vardı, ne Ay ne Güneş ne de yıldızlar. O’nun nuru vardı sadece. Aklın elinde o nuru kavrayabilecek ne güç var ne de alet. Tıpkı bir çocuğun sahilde kumlar arasında açtığı küçücük bir çukura büyük bir denizi sığdırmasının imkânsız olması gibi.
Dedim ya, zaman öncesi... mekân öncesi...
Allah varlığı yaratmak istedi. Dünya’yı, Güneş’i, Ay’ı ve yıldızları var etmek.. masmavi denizler, denizlerde yüzen balıklar, üfül üfül rüzgârlar, rengârenk çiçekler, çiçeklerle oynaşan kelebekler ve gökyüzünde süzülüp duran kuşlarla Dünya’yı şenlendirmek istedi.
Allah bir şeyi yaratmak istediği zaman ona “ol” emrini verir, o şey anında oluverir. Allah, uzay, Dünya ve içindeki bütün varlıklara altı günde var olmalarını emretti, böylece kâinat var oldu. Fakat buradaki altı gün dünya günlerinden tamamen farklı. Çünkü bizim bir günümüz Dünya’nın kendi ekseni etrafında bir tur atmasıyla oluşuyor. Hâlbuki o zaman ne Dünya vardı, ne Güneş.. doğal olarak “gün” kavramı da farklıydı. O günlere “ilâhi günler” diyoruz biz.
Uzunluklarıyla, kısalıklarıyla kendilerine has niteliklere sahip günler onlar. Belki o günlerden birini, Dünya günleriyle kıyasladığımızda binlerce yıla, hattâ milyonlarca asra denk gelir kim bilir. Gerçekten kimse bilemez, çünkü bu tür şeyler “gayb”tır, gizli bilgidir, insan aklının sınırlarını aşar ve ancak Allah’ın bildirmesiyle bilinebilir.
Evet, Allah; gökleri, yeri ve bütün varlıkları altı günde yarattığını, ardından da her şeyin tek sahibi, tek hakimi sıfatıyla onları idare etmeye başladığını anlatıyor bizlere. Her şeyin, O’nun muhteşem kudreti önünde saygıyla eğildiğini, sonsuz mükemmelliği karşısında secde ettiğini, eşsiz güzelliğini hayret ve hayranlıkla seyredip kendinden geçtiğini de.
Hayatta kalabilmek için her varlık O’na muhtaç, fakat O kimseye muhtaç değil. Çünkü her şeyin sahibi O ve sonsuz zenginliğin adı da O. Kâinattaki her şey O’nun cömertlik kapısının önünde birer dilenci.
Allah, semada nurdan varlıklar yarattı... “Melek” adını verdi onlara... kendi askerleri yaptı... onlar da isyan nedir bilmediler... emirlerine itaat ettiler her zaman.
Bir de ateşten varlıklar yarattı Allah. “Cin” ismini taktı ve görünmez kıldı onları. Dünya’yı ve semayı yurt edinmelerine izin verdi. İyisi de var içlerinde kötüsü de.
Dev canlılar da yaşadı Dünya’da. Fakat onlar bozgunculuk çıkardılar, kendi aralarında savaşıp durdular ve birbirlerinin kanlarını döktüler.
Derken İlâhi İrade “Âdem”i yaratmak istedi. Allah meleklere şöyle buyurdu:
- Yeryüzünde bana halife olacak bir varlık yaratacağım.
Melekler dünyaya baktılar, Dünya’daki canlıların her tarafa kötülük saçtıklarını, yeryüzünü kana buladıklarını gördüler. Hâlbuki onlar durmadan Allah’a şükredip, sonsuz mükemmelliği ve kusursuz güzelliğine hayranlıkla övgülerde bulunup, ibadet ediyorlardı. Melekler meraklarını gidermek ve bilgiye olan susamışlıklarını ifade etmek için sordular:
- Kötülük çıkarıp kan döken birileri mi? İşte biz sürekli şükredip ibadet ediyor, sonsuz kudret ve azametini ilân edip duruyoruz ya.
Melekler saf ve temiz bir yaratılışa sahiptiler. Yapıları gereği iyilikten başka bir şey düşünmezlerdi. Bundan dolayı, yaratılışın tek gayesinin Allah’ı tesbih ve O’na şükretmek olduğunu zannediyorlardı. Bu gaye de onların varlığıyla gerçekleşiyordu. Bilgileri bu kadardı. Farklı farklı varlıkların yaratılmasının altında yatan bütün sırları bilmedikleri kesindi. Yüce Allah da şöyle dedi onlara cevap olarak
- Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.
Âdem’i niçin yarattığımı Ben biliyorum, sizin bilmediğiniz daha başka ne hikmetler var.
Âdem, yeryüzünde kötülük saçıp kan döken canlılar gibi olmayacaktı. Melekler gibi de olmayacaktı. O farklıydı, yepyeni bir varlıktı. Büyük bir hikmeti gerçekleştirmek için yaratılmıştı. İlim hikmetiydi o.
Allah, meleklere çamurdan bir insan yaratacağını, ona en güzel biçimi verdikten sonra ruhundan ruh üfleyip can vereceğini söyledi. İşte o zaman O’na secde edeceklerdi. Fakat ibadet gayesiyle değil, saygılarını ifade etmek amacıyla secde...
Yüce Yaratıcı, Dünya’dan bir avuç toprak aldı. İçinde siyah, beyaz, sarı, kırmızı renkler vardı. İnsanların farklı ten rengine sahip olmasının sırrı buydu. Toprağa su kattı balçığa dönüştürdü, sonunda kuru çamura insan şeklini verdi ve ruhundan ruh üfledi...
Derken Hz. Âdem’in bedenine hayat geldi ve hareket etti... nefes almaya başladı... gözlerini açtı baktı... secde hâlindeki melekleri gördü. Gözü birine ilişti, ayaktaydı, secde etmemişti. Âdem bu varlığın türünü, kim olduğunu bilmiyordu. Henüz ismi öğretilmemişti ona.
Allah, secde etme emrine karşı çıkan o varlığa sordu:
- Ey İblis, kendi ellerimle yarattığım varlığa neden secde etmedin?
İblis alçak bir sesle cevap verdi:
- Ben ondan daha üstünüm, onu çamurdan, beni ise ateşten yarattın...
Allah, İblis’e:
- Defol buradan, kovuldun sen! Hesap gününe kadar da lânetlendin... dedi.
İblis Allah’ın rahmetinden kovuldu, fakat o hâlâ Âdem’e tehditler savuruyor, kendisinin üstün olduğunu küstahça haykırıp duruyordu.
Hz. Âdem çevresinde olup bitenleri seyrederken kalbi değişik duygularla çalkalanıyordu: sevgi, korku ve dehşet. Kendisini var olma nimetiyle şereflendirip, varlıklar arasında müstesna bir yere koyan, sonra da meleklere secde emri vererek onu üstün kılan Allah’a karşı sonsuz sevgi... İblis’i rahmet dünyasından kovan ilâhi öfkeden korku... ve nihayet kendisine karşı kin ve nefretle dopdolu, üstünlük hezeyanlarıyla başına her türlü kötülüğün gelmesini isteyen İblis’in bu tavrı karşısında dehşet...
Hayatının henüz ilk dakikalarında düşmanıyla tanışmıştı. Secde emri verildiğinde İblis, melekler arasında duruyordu. Fakat melek değildi o, cinlerdendi. Allah’ın emrine karşı gelince de ilâhi rahmetten kovuldu. Âdem anladı ki İblis kötülüğün simgesi, melekler de iyiliğin... ya kendisi? Kendisi neyi temsil ediyordu? Kendisi neydi? Bu konuda henüz bir şey bilmiyordu.
Nihayet Allah, var olmasının hikmetini, yapısındaki gizli sırları ve diğer varlıklardan üstün tutulmasının nedenlerini anlattı ona. O da dinledi dinledi… Böylece “Allah, Âdem’e isimleri öğretti”.
Âdem’e (aleyhisselâm), eşyaya isim koyma ilmini öğretti. Varlıkları sembollerle ifade etmenin sırlarını bildirdi. Bu kuştu... şu yıldız... o ağaç... şu da dağ, uçak, elma... ve Hz. Âdem varlıkların isimlerini öğrendi. İsim deyip geçmeyin, burada isimden maksat ilimdir, hikmettir. İnsanın yaratılmasının sırrı ve diğer varlıklardan onu üstün kılan gizem budur.
Allah ona bütün varlıkların isimlerini öğrettikten sonra, meleklere döndü ve:
- Hadi Bana şu varlıkların isimlerini söyleyin, dedi.
Gösterilen eşyalara baktılar baktılar… Fakat bir türlü isim bulamadılar onlara. Çaresizlik içinde, Allah’a bilgisizliklerini itiraf ettiler, hatalarından dolayı tövbe edip şöyle dediler:
- Yücelerden Yüce Rabbimiz, Senden mükemmeli, Senden kusursuzu yok kuşkusuz... Bizim bilgimiz ise Sen bize ne öğrettiğiysen o kadardır. Bir kez daha anladık ve öğrendik ki Senin bilgi denizin sonsuz ve her işinde milyonlarca gizli sır ve hikmetin var.
Bu sefer Allah, Hz. Âdem’e döndü ve:
- Ey Âdem, sen söyle onlara bu varlıkların isimlerini... diye buyurdu.
Hz. Âdem bir bir anlattı her bir varlığı. İsmini söyledi ve hakkında bilgiler verdi hayret ve hayranlık içinde dinleyen meleklere. Evet o biliyordu, ona bilginin sırrı verilmişti çünkü. Onu diğer varlıklardan üstün kılan özellik de buydu. Bilgiyi öğrenme ve öğretme kabiliyeti...
Sonunda melekler secde emrinin nedenini anladılar. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olmaya onu ehil kılan şeyi de. Bilgiydi o sır, mârifetti. İlimle yeryüzünde medeniyetler kuracak, Dünya’yı şekillendirip şenlendirecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.