Satır satır yazılmış Kitab’a andolsun.
(…ki o Kitab’ın) içinde yazılar sayfalarda yayılmıştır.
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ
﴿٤﴾Beyti Mamur’a (Mamur Ev’e) andolsun.
وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِ
﴿٥﴾Yükseltilmiş tavana (yeryüzünün tavanına) andolsun.
وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِ
﴿٦﴾Dolu denize andolsun.
إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌ
﴿٧﴾7.İnne azâbe rabbike le vâkı’un.
Muhakkak ki Rabbinin azabı, mutlaka vuku bulacaktır.
Onu (azabı) defedecek yoktur.
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَاء مَوْرًا
﴿٩﴾9.Yevme temûrus semâu mevran.
O gün gökyüzü şiddetle sarsılıp sallanır.
وَتَسِيرُ الْجِبَالُ سَيْرًا
﴿١٠﴾10.Ve tesîrul cibâlu seyrâ(seyran).
Ve dağlar seyir halinde yürür (hareket eder).
فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ
﴿١١﴾11.Fe veylun yevme izin lil mukezzibîne.
İşte (o) izin günü tekzip edenlerin (yalanlayanların) vay haline.
الَّذِينَ هُمْ فِي خَوْضٍ يَلْعَبُونَ
﴿١٢﴾12.Ellezîne hum fî havdın yel’abûn(yel’abûne).
Onlar ki, lüzumsuz şeylere dalıp oyalananlardır.
يَوْمَ يُدَعُّونَ إِلَى نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّا
﴿١٣﴾13.Yevme yuda’ûne ilâ nâri cehenneme de’â(de’an).
O gün cehennem ateşine sürüklenerek atılırlar.
هَذِهِ النَّارُ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ
﴿١٤﴾14.Hâzihin nârulletî kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
İşte bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz ateştir.
أَفَسِحْرٌ هَذَا أَمْ أَنتُمْ لَا تُبْصِرُونَ
﴿١٥﴾15.E fe sihrun hâzâ em entum lâ tubsirûn(tubsirûne).
Acaba bu bir sihir mi? Yoksa siz mi görmüyorsunuz?
اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لَا تَصْبِرُوا سَوَاء عَلَيْكُمْ إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
﴿١٦﴾16.Islevhâ fasbirû ev lâ tasbirû sevâun aleykum, innemâ tuczevne mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ona (ateşe) yaslanın. Artık sabretseniz de, sabretmeseniz de sizin için birdir. Sadece yapmış olduğunuz şeylerle cezalandırılırsınız.
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَعِيمٍ
﴿١٧﴾17.İnnel muttakîne fî cennâtin ve naîmin.
Muhakkak ki takva sahipleri, cennetlerde ve ni’metler içindedir.
فَاكِهِينَ بِمَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ وَوَقَاهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ
﴿١٨﴾18.Fâkihîne bi mâ âtâhum rabbuhum, ve vakâhum rabbuhum azâbel cahîm(cahîmi).
Rab’lerinin onlara verdiği şeylerle mutludurlar ve Rab’leri onları alevli ateşin (cehennemin) azabından korudu.
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
﴿١٩﴾19.Kulû veşrabû henîen bi mâ kuntum ta’melûne.
Yaptıklarınız sebebiyle afiyetle yeyin ve için.
مُتَّكِئِينَ عَلَى سُرُرٍ مَّصْفُوفَةٍ وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍ عِينٍ
﴿٢٠﴾20.Muttekiîne alâ sururin masfûfetin, ve zevvecnâhum bi hûrin înin.
(Takva sahipleri), sıralanmış tahtlar üzerinde yaslanmış olanlardır ve onları güzel gözlü huriler ile evlendirdik.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُم بِإِيمَانٍ أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَا أَلَتْنَاهُم مِّنْ عَمَلِهِم مِّن شَيْءٍ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ
﴿٢١﴾21.Vellezîne âmenû vettebeathum zurriyyetuhum bi îmânin elhaknâ bihim zurriyyetehum ve mâ eletnâhum min amelihim min şey’in, kullumriin bi mâ kesebe rehînun.
Ve (hayattayken, ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyip) âmenû olan, zürriyetleri de kendilerine îmân ile tâbî olanların zürriyetlerini de kendilerine ilhak ettik (yanlarına kattık). Ve onların amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kazandığına (dereceler) karşılık bır rehindir.
وَأَمْدَدْنَاهُم بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ
﴿٢٢﴾22.Ve emdednâhum bi fâkihetin ve lahmin mimmâ yeştehûn(yeştehûne).
Ve onlara arzu ettikleri meyve ve etlerden verdik.
يَتَنَازَعُونَ فِيهَا كَأْسًا لَّا لَغْوٌ فِيهَا وَلَا تَأْثِيمٌ
﴿٢٣﴾23.Yetenâzeûne fîhâ ke’sen lâ lagvun fîhâ ve lâ te’sîmun.
Orada kadeh kaldırırlar, orada (içtikleri şarap ile) ne boş söz söylerler ne de günaha girerler.
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَّهُمْ كَأَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ مَّكْنُونٌ
﴿٢٤﴾24.Ve yetûfu aleyhim gılmânun lehum ke ennehum lu’luun meknûnun.
Ve kendileri için hizmet eden (genç delikanlılar), onların etraflarında dolaşırlar. Onlar sanki sedefinde saklanmış inci gibidirler.
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ
﴿٢٥﴾25.Ve akbele ba’duhum alâ ba’dın yetesâelûn(yetesâelûne).
Ve karşılıklı birbirlerine sorarlar.
قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ
﴿٢٦﴾26.Kâlû innâ kunnâ kablu fî ehlinâ muşfikîn(muşfikîne).
“Gerçekten biz daha önce ailemizle beraberken korkuyorduk.” dediler.
فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ
﴿٢٧﴾27.Fe mennallâhu aleynâ ve vakânâ azâbes semûm(semûmi).
Şimdi Allah bizi ni’metlendirdi ve bizi (cehennemin) kavurucu ateşinin azabından korudu.
إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلُ نَدْعُوهُ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ
﴿٢٨﴾28.İnnâ kunnâ min kablu ned’ûhu, innehu huvel berrur rahîm(rahîmu).
Muhakkak ki biz, daha önceden O’na (Allah’a) dua ediyorduk. Muhakkak ki O; Berr’dir (çok cömert, çok lütufkârdır), Rahîm’dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
فَذَكِّرْ فَمَا أَنتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍ
﴿٢٩﴾29.Fe zekkir fe mâ ente bi ni’meti rabbike bi kâhinin ve lâ mecnûn(mecnûnin).
O halde zikret (öğüt ver), çünkü sen Rabbinin ni’meti sayesinde ne kâhinsin ne de mecnunsun.
أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَّتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ
﴿٣٠﴾30.Em yekûlûne şâirun neterabbesu bihî raybel menûni.
Yoksa: “O bir şairdir, zamanın musîbetinin ona ansızın gelmesini gözlüyoruz.” mu diyorlar?
قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُتَرَبِّصِينَ
﴿٣١﴾31.Kul terabbesû fe innî meakum minel muterabbisîn(muterabbisîne).
“Gözleyin, ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim.” de.
أَمْ تَأْمُرُهُمْ أَحْلَامُهُم بِهَذَا أَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
﴿٣٢﴾32.Em te’muruhum ahlâmuhum bi hâzâ em hum kavmun tâgûn(tâgûne).
Yoksa onların akılları bunu mu emrediyor? Veya onlar azgın bir kavim mi?
أَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَل لَّا يُؤْمِنُونَ
﴿٣٣﴾33.Em yekûlûne tekavvelehu, bel lâ yu’minûn(yu’minûne).
Yahut: “Onu kendisi uydurup söyledi.” mi diyorlar? Hayır, onlar îmân etmezler.
فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِّثْلِهِ إِن كَانُوا صَادِقِينَ
﴿٣٤﴾34.Felye’tû bi hadîsin mislihî in kânû sâdikîn(sâdikîne).
Öyleyse onun gibi bir söz (Kur’ân âyeti) getirsinler, eğer (sözlerinde) sadıksalar.
أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ
﴿٣٥﴾35.Em hulikû min gayri şey'in em humul hâlikûn(hâlikûne).
Yoksa onlar bir şey (bir yaratan) olmaksızın mı yaratıldılar? Veya yaratıcılar onlar mı?
أَمْ خَلَقُوا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بَل لَّا يُوقِنُونَ
﴿٣٦﴾36.Em halakûs semâvâti vel ard(arda), bel lâ yûkınûn(yûkınûne).
Yoksa gökleri ve arzı onlar mı yarattı? Hayır, onlar Allah’a yakîn hasıl edemezler.
أَمْ عِندَهُمْ خَزَائِنُ رَبِّكَ أَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ
﴿٣٧﴾37.Em indehum hazâinu rabbike em humul musaytırûn(musaytırûne).
Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı? Veya (o hazinelerin) sahipleri onlar mı?
أَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُم بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
﴿٣٨﴾38.Em lehum sullemun yestemiûne fîhî, felye’ti mustemiuhum bi sultânin mubîn(mubînin).
Yoksa onların orada (konuşulanları) dinleyecekleri merdivenleri mi var? Öyleyse onları dinleyenler açık delil getirsinler.
أَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ
﴿٣٩﴾39.Em lehul benâtu ve lekumul benûn(benûne).
Yoksa kızlar O’nun ve oğlanlar sizin mi?
أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ
﴿٤٠﴾40.Em tes’eluhum ecran fe hum min magramin muskalûn(muskalûne).
Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Bu yüzden onlar ağır bir borç altındalar mı?
أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ
﴿٤١﴾41.Em indehumul gaybu fe hum yektubûn(yektubûne).
Yahut gayb, onların yanında da onlar mı yazıyorlar?
أَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ
﴿٤٢﴾42.Em yurîdûne keydâ(keyden), fellezîne keferû humul mekîdûn(mekîdûne).
Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Lâkin tuzağa düşecek olanlar o kâfirlerdir.
أَمْ لَهُمْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
﴿٤٣﴾43.Em lehum ilâhun gayrullâh(gayrullâhi), subhânallâhi ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Yoksa onların Allah’tan başka ilâhları mı var? Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.
وَإِن يَرَوْا كِسْفًا مِّنَ السَّمَاء سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَّرْكُومٌ
﴿٤٤﴾44.Ve in yerav kisfen mines semâi sâkıtan yekûlû sehâbun merkûm(merkûmun).
Ve eğer gökten bir parça düştüğünü görseler: “Üst üste yığılmış bulutlardır.” derler.
فَذَرْهُمْ حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي فِيهِ يُصْعَقُونَ
﴿٤٥﴾45.Fe zerhum hattâ yulâkû yevmehumullezî fîhî yus’akûne.
Artık onları, helâk olacakları günlerine kavuşuncaya kadar terket.
يَوْمَ لَا يُغْنِي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ
﴿٤٦﴾46.Yevme lâ yugnî anhum keyduhum şey’en ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
O gün onlara tuzakları herhangibir şeyle fayda vermez. Ve onlar yardım olunmazlar.
وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَلِكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
﴿٤٧﴾47.Ve inne lillezîne zalemû azâben dûne zâlike ve lâkinne ekserahum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve muhakkak ki zulmedenler için, bundan başka bir azap daha vardır ve lâkin onların çoğu bilmezler.
وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِينَ تَقُومُ
﴿٤٨﴾48.Vasbir li hukmi rabbike fe inneke bi a’yuninâ, ve sebbih bi hamdi rabbike hîne tekûm(tekûmu).
Ve Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü muhakkak ki sen gözümüzün önündesin. Ve kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et.
وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ
﴿٤٩﴾49.Ve minel leyli fe sebbihhu ve idbâran nucûmi.
Ve gecenin bir kısmında artık O’nu (Allah’ı) tesbih et ve yıldızların batışında da…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.