☝📖İbrahimi ﷺ Muhammedi ﷺ Hanif İslam📖☝﷽𐰃𐰠𐰯☝📖المحمدية☝Muhammediyye📖☝𐰃𐰠𐰯༺الله أكبر ༻

☝المحمدية☝الاامام سيد محمد هاشمي الموسوي 📖 علي الكتاب و السنة☝

Online Arapça Dersleri Video İzle,Arapça Sarf,Arapça Nahiv Video,Arapça Dilbilgisi Video,Online Arapça dilbilgisi Dersleri,islami ilimler,Kuran tefsiri video izle,islami dini sohbet izle,İslami sorular cevaplar,Muhammediyiz-Arapça Dersleri Temel İslami İlimler-Arapça Dersleri,Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,

İslâm Ve Marksizm-S:İslâm ülkelerinde Marksizm gibi bir takım yıkıcı cereyan­lar yayılmaktadır. Marksizm ve benzeri akımlar karşısında İslâm'ın du­rumu nedir?

Sorularla islamiyet-8->CEVAP: Markzime karşı İslâm'ın durumundan söz ederken, Mark­sizm karşıtı olan sistemlere, İslâmiyet'in yakınlık duyduğunu ifade et­mek istemiyoruz. Marksizmle bağdaşmayan bu sistemler aynı zaman­da İslâm ile de uyuşmaz. Mesela Marksizme karşı çıkarken kapitaliz­min yanında yer almıyoruz.


Ancak her bir sistemi ele alışımızda objektif olarak onu inceleye­ceğiz. Önce şu hususlerı belirlememiz gerekir:


1. İslâm bölünmez bir bütündür.


2. İslâm kendine has özellikleri olan başlı başına bir sistemdir.


3. İslâm unutma, hata ve eksiklik gibi kusurlardan münezzeh olan Allah'ın vahyettiği bir sistemdir.


4. İslâm başka sistemlerle karşılaştırılamaz. Hatta başka sistemle­re yakınlaşması veya onlardan yardım alması söz konusu olmaz.


İslâm, alemlerin rabbi olan Allah'ın hakkında şöyle buyurduğu bir sistemdir:


Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir. (İsra/9)


İşin başında şu soruyu sormalıyız: İslâm nedir? Veya genel olarak din nedir?


Şimdi bu soruya cevap arayalım:


Din Kur'an'ın örfünde -Ansiklopedik araştırmalarda da ifade edildiği üzere- ebedi gerçekler olan esaslara inanmaktır. Bu esaslarda nesih sözkonusu olmaz. Tüm peygamberler bu esaslarda görüş birliği etmişler, görüş ayrılığına düşmemişlerdir. İşte İslâm, budur. Allah ka­tında ondan başka din yoktur.


Din kelimesinin anlamı boyun eğmek, arı duru olmak ve benliği­ni yaratana teslim etmektir. Peygamberlerin tümü bu anlamda bir dini tebliğ edegelmişlerdir.


Hz. Nuh'un şöyle dediğini görüyoruz:


Bana teslim olanlardan olmam emrolundu. (Yunus/72)


Kur'an Hz. İbrahim'den söz ederken şöyle der:


İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi. Fakat O, Allah'ı birleyen dosdoğru bir müslüman idi. O, müşriklerden de değildi. (Al-i İm-ran/67)


Hz. Musa kavmine şöyle diyordu:


Ey kavmim! Eğer Allah'a inandıysanız ve O'na teslim olduysanız sadece O'na güvenip dayanın. (Yunus/84)


Havariler Hz, isa'ya şöyle diyorlardı:


Allah'a inandık, şahit ol ki bizler teslim olanlarız. (Al-i İmran/52)


islâm dini, milletler, cinsler ve renkler arasında ayırım yapmaksı­zın, tüm insanlığa yönelik bir davettir. Bunun içindir ki Hz. Allah Pey­gamberine şöyle seslenmiştir:


(Rasûlüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya/107)


Akıl sahibi bir kimsenin bilinci ve duygusu üzerinde dinden daha güçlü etki yoktur. Bundan dolayıdır ki yazar Akkad şöyle diyor:


Tarihin deneyimleri ortaya koyumuştur ki, tarihin tüm büyük ha­reketlerinde dinin asaleti vardır. Bu asalet, hiç bir kimsenin dini inançların toplum tarafından ortadan kaldırılabileceğini zannet­mesine müsaade etmez. Toplumu oluşturan bireyin toplumla olan ilişkilerinde veya vicdanı ile en yakın akrabalarından biri de olsa çevresindekilerle olan ilişkilerinde dine ihtiyaç duymadan da bu ilişkileri sürdürebileceğine müsaade etmez.


Gene tarih ortaya koymuştur ki insani hiç bir harekette hiç bir fak­tör, din faktöründen daha etkili değildir. Milletlerin hareketlerin­de din faktörünün dışındaki faktörler, ancak dini inanç ile arasın­daki bağ ölçüsünde farklı etkiler gösterirler. Herhangi bir faktörle dini inanç arasında köklü bir bilinç ve gönüllere yerleşmiş bir vic­dan arasında benzerlik oldukça o faktör etkide güç sahibi olabilir. Milliyetçilik, vatan, örf, ahlak ve kanun faktörlerinden hiç birinin gücü bir din faktörünün gücüne benzemez. Çünkü bu faktörlerden her biri kişinin ya vatanı ile, ya toplumu ile veya farklı vatan ve milletlerde yaşamakta olan kendisi gibi insanlarla ilişkilerini oluş­turur veya bağlantısını sürdürür. Fakat din faktörü, kişinin benliği ile varoluşu arasındaki bağı oluşturur.


Dinin alanı öylesine geniştir ki iç, dış, gizli, açık, geçmiş, gelecek, ezel ve ebed sayılamayacak kadar her şeyi kapsamına alır. Bu söy­lediklerimiz, tüm çağlardaki dindarların gönlünden geçenleri içi­ne almazsa da en azından dini inançlarının en yüksek örnek ve zir­ve konumunda olması durumunu ifade etmektedir.


Dinin asaleti (köklü etkisi) gerçeğinin delili dindar bir toplum ile dinsiz bir toplum karşılaştırılınca görülür.


Kapsamlı bir dini inanca sahip olan birey ile, bilinci düzensiz, vic­danı yok olmuş, sığınabileceği bir ekseni ve kendisini yüceltecek bir ümidi olmayan bireyi karşılaştırınca bu asalet görülecektir. Ör­nek olarak verdiğimiz bu iki toplum ile iki birey arasındaki fark, kökü derinlere inen bir ağaç ile kökü toprağın yüzeyinde olan bir ağaç arasındaki fark gibidir.


Vicdanında her hangi bir görüş ve saygı olmayan, vicdanı boş bir kimsenin vicdanına dini inanç yerleştirildiği takdirde, bu insan eski halinden daha güçlü olacaktır. Böyle olmayacak pek az insan bulunur.


Buraya kadar söylediklerimiz İslâm'ı, asaletini ve etki gücünü gözler önüne seriyor. Peki, Marksizm ve onun teorisyeni Kari Marx'ın durumu nedir? Şimdi bu sorunun cevabını arayalım:


1818 yılında doğup, 1883 yılında ölen Marx yahudi asıllıdır. Ya­hudiliğini inkar ederek Hristiyanlığa girmişse de sonra Yahudiliği, Hristiyanlığı ve tüm dinleri inkar etmiştir. Onun inkar etmediği ve ken­disi için şeytan veya Allah edindiği tek sistem inkarcı materyalizmdir. Üstün ahlaktan nasibi olmayan Marx'ın düzenli bir kişiliği yoktur.


Hayatın şiddetli baskısı altında yaşayan Marx insanlığı da inkar etmiştir. Fakirlik içinde sefil bir yaşantısı olan Marx'm gönlünde kıs­kançlık duygusu gelişti. Tembellik ve işsiz yaşama eğilimi ağır bastı. Akrabaları ve arkadaşları ile olan ilişkisnden faydalanma yolunu seçe­rek onlardan Ödünç ve borç diyerek para alır, onunla geçinirdi. Kendi el emeği ile geçinmek diye bir şey bilmezdi.


Okulda, üniversitede, geçimini temin etmede başarılı olamayan bir kimseden ne beklenir?


Marx Bon Üniversitesinde okudu, sonra Paris'e geçerek orada dü­şünce ve eylem arkadaşı olan Engels ile karşılaştı. Bu iki arkadaş yar­dımlaşarak ilk kominist yayını 1848 yılında yayınladılar. Başarısızlık­la sonuçlanan ayaklanma hareketlerine katıldı. Daha sonra İngiltere'ye geçerek hayatının sonuna kadar orada kaldı.


Marx'ın Kapital adını verdiği bir kitabı vardır. Marx'ın ölümünden sonra Engels bu kitabı iki cilt halinde yayınlamıştır.


Marx 1864 yılında dünya sosyolist kongresini oluşturmuştur. Al­man felsefesi ile ekonomik doktrinleri birbirine karıştırarak kendi doktrinini "Bilimsel sosyolizm" olarak ortaya koymuştur. Oysa Marx araştırmasını hiç bir zaman bilime ve gerçeğe ulaşmak amacıyla yap­mamıştır. Fakat o kendi eğilimlerini ve coşkun ayaklanma hareketleri­ni "bilimsel analiz" elbisesi giydirerek sunmuştur. Oysa Marx'ın orta­ya koyduklarında bilimsel analiz söz konusu değildir. Marx'ı kısaca tanıdıktan sonra bir ekol halinde ortaya koyduğu Marksizmi Arab Ansiklopedisi'nden aktararak görelim:


Marx'ın düzenli olmayan fikirlerine göre toplumların tarihi, sınıf­lar arası mücadele tarihinden ibarettir. Toplumda sınıflar olduğu süre­ce, mutlaka bu sınıflardan biri diğerini sömürecektir. İşte bu sömürü, sömüren sınıfın çökmesi ile sonuçlanacak çatışmaları doğurur. Böyle­ce galip gelen sınıf sömürmeye başlar. Bu sınıf çatışması, sınıfsız bir toplum oluşturuncaya kadar sürer gider.


Marx'ın ifade ettiğine göre feodal sistem, derebeylerin kendine bağlı kimseleri sömürmesi esasına dayanır. Daha da güçlenerek sanat ve ticaret erbabından oluşan burjuvazi sınıfını meydana getirir. Burju­va sınıfının oluşması feodaliteyi ortadan kaldırır. Fakat bu yeni hakim sınıf ırgatlardan oluşan işçi sınıfını sömürmeye başlar.


Marx'ın ortaya attığı nazariyelerden biri de "artı değer" teorisidir. Bu teorinin Özeti şöyledir:


İşçinin tükettiği malın değeri, ürettiği malın değerinden daha az­dır. İşçinin ürettiği mal daha değerli olduğuna göre aradaki fark burju­vanın cebine gitmektedir. İşte bu fark işçi sınıfı ile burjuvazi arasında­ki çatışmanın sebebidir.


Kapitalizmin normal işlevi sermayenin ve üretim araçlarının be­lirli kesimin elinde toplanmasını sağlar. Böylece ırgat sınıfının sayısı artmaya devam eder.


Sefalet ve sıkıntı işçi sınıfının burjuva sınıfını ortadan kaldırıp güç kullanarak yönetime el koymasına dek sürecektir.


Burjuva sınıfının kökü kazınana, kalıntıları yok olana kadar işçi sınıfının diktatörlüğü devam etmelidir.


İşte böyle bir ortamda Manc'ın tasavvuruna göre çatışmadan uzak sınıfsız bir toplum ortaya çıkacaktır. Artık böyle bir toplumda devlete ihtiyaç kalmaz. Marksizm'in anlayışına göre devlete ihtiyaç kalmadığı gibi, burjuvazinin sömürüsünü sürdürmek için ortaya attığı her türlü aile ve din gibi sistemler de ortadan kalkar, yok olur.


Gerçeği gören araştırmacılar Marksizm hakkında şöyle demek­tedir:


"Ancak Marx'ın sınıf çatışması, kapitalistlerin işçi sınıfını sömür­mesi ve sosyal gelişim zorunluluğu teorisi ekonomi uzmanlarının pek çoğunca kabul görmemiştir."


Bunlara göre Marx 19. yüzyıldaki kapitalist ülkelerdeki uygula­maların etkisi altında kalmıştır. 19. yüzyıl işsizliğin yaygın olduğu ka­dın ve çocukların işçi olarak kullanıldığı ve ücretlerin düşük olduğu bir zamandır. Marx bu geçici olgunun kapitalizm için devamlı bir özellik olduğunu sanmıştır. Oysa kapitalizmin yeterli ve kesin kanunları var­dır. Bununla beraber devlet insanların birbirinden yararlanmasını sınır­lamaya gücü yettiği gibi işçiler de sendika sistemi ile haklarını elde edebilirler.


Ana hatları ile İslam ve Marksizm hakkında söylenebilecek olan­lar bunlardır. Bu iki sistem arasında iki zıt şey arasındaki mesafe kadar uzaklık vardır.


Her şeyden evvel İslâmiyet, devamlılık, (sistem olarak) oturmuş­luk ve sabitlik özelliğine sahiptir. Fakat Marksizmin özelliği değişim ve kararsızlıktır.


Hiç şüphesiz İslâm iki kaynağa dayanır: Kur'an ve Hz. Peygam-ber'in (hadisi) sünneti.


Kur'an Hz. Peygamber'e indirildiğinden bu yana değişmemiştir. Sünnet de değişmemiştir. Sahih kaynaklarda yer aldığı günden beri ay­nı sünnettir. İslâm'ın kaynağı Allah'ın koruması altındadır:


Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik. Elbette onu yine biz koruyacağız. (Hicr/9)


Fakat Marksizm eksiklik ve acizlik özelliği olan bir insanın orta­ya koyduğu bir doktrindir. Üzerinden yarım asırlık bir zaman geçme­den sarsılmış ve değişime uğramıştır. Marksizm düşünce, uygulama ve pratikte kararsızlık ve tereddütler içerisinde kalmıştır.


Marksizm coşkulu patlama döneminde yandaşlar kazanmış, sonra yandaşlarını kaybetmiştir. Çünkü insan yapısıdır. İnsan ne olursa olsun her şeyi ile sınırlı bir varlıktır.


İslâm ise Allah'ın ortaya koyduğu bir müessesedir. Kur'an'ın şu ayetiyle ifade edildiği gibidir:


Allah'ın boyasıyla boyandık. Allah'tan daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz. (Bakara/138)


Hz. Allah mutlak kemal, mutlak celal ve mutlak cemal sahibidir. Bunun içindir ki (Allah'ın dini olan) İslâmiyet her geçen gün berraklık ve şeref kazanıyor. İslâm'a karşı yapılan düşmanlık, kin ve iftira ancak onu sağlamlaştırır ve ona güç kazandırır. İslâm dinine inanıp gönül ve­renlerin sayısı yüz milyonlarla ifade ediliyor. Bu sayı eksilmiyor, ço­ğalıyor, yüceler yücesi Allah doğruyu söylemiştir:


İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi gösterece­ğiz ki onun (Kur'an'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? (Fussilet/53)


İslâmiyet ile Marksizm arasında çok ciddi farklar olduğu açık se­çik ortadadır. Bu farklılık öyle bir düzeydedir ki ikisini bir araya getir­me imkanı yoktur.


"Ben hem müslümamm, hem de Marksistim" iddiasında bulun­mak bir çeşit İslâm'a iftiradır. Çünkü iman ile inkarı, tevhid ile putçu-luğu, aydınlık ile karanlığı bir araya getirmek mümkün değildir.


Aşağıda bu iki sistem arasındaki bir takım farkları göreceksiniz. Bu farkları kendisini beğenmiş utanmazların dışında hiç bir kimse ka­bul etmekten kaçmamaz.


1. İslâmiyet kaynağı Allah olan bir dindir. Temeli Allah'a inanma­ya dayanır. Marksizm'in temeli ise Allah'ı inkar etmekten ibarettir.


2. İslâmiyet'te öldükten sonra dirilmeye, hesaba çekilmeye, seva­ba, günaha, sonsuz ahiret hayatına inanmak vardır.


Marksizm ise cahiliye dönemindeki kafirlerin dediği gibi bunları inkar eder:


Dediler ki: "Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder." (Casiye/24)


3. İslâmiyet ruha, gayb alemine, manevi değerlere, ahlaka, fazilete ve sadaka vermek gibi değerlere inanır. Marksizm ise anarşiye Özgürlük, günah işlemeye uyulması gereken yol adını veriyor. Marksizm madde­den ve duyularının kendisine bildirdiğinden başka hiç bir şey tanımaz.


Bunun içindir ki ilk ve en büyük gerçek olan Allah'ın varlığını in­kar etmiştir. Yetiştirdiği kuşakları bu temel üzerine yerleştirmiştir.


Güvenilir kaynakların anlattığına göre 1930'da Marksizmin şeytan­ları çocuklarda din ruhunun öldürülmesi için şu günahkar yolu seçtiler:


İşgal edilen müslüman şehirlerde çocukları koğuşlara toplayarak sordular:


Fakat şurası bir gerçek ki hiç bir zaman insanlara tabaklarda hazır halde yemekler gökten gelmiyor. Zira Cenab-ı Allah herşeye bir sebep belirlemiştir.


Günahsız yavrular uzun süre yemek gelecek diye bekliyorlar. Aç­lıkları arttığı için sızlanıp şikayet etmeye başlıyorlar. Tam bu noktada şeytanlar çocuklara şunu öneriyorlar:


Çocuklar "Ey Stalin! Bize yemek ver" deyiniz!


Neredeyse açlıktan ölecek hale gelen çocuklar hep bir ağızdan tekrarlıyorlar:


Ey Stalin! Bize yemek ver!


Daha önce belirlenen çirkin plan gereği hizmetçiler, tam bu nok­tada iştahla yenecek leziz yemekleri süratle çocuklara dağıtıyor. Ço­cuklar bu yemekleri yeyip karınlarını doyuruyorlar.


İşte bu şeytanlar, günahsız küçük çocuklara yemekten sonra şunu söylüyorlar: Allah gerçekten var olsaydı, elbette size yemek verecekti. Fakat, yok olduğu için size yemek vermedi. Sizin Allah'ınız ancak Sta-lin'dir. Sizin kendisine tapmanıza, kendisini anıp kutsamanıza o layıktır.


Bu sahtekar hainlere verilecek cevap hazırdır. Bu cevabı uzakta aramaya gerek yoktur. Cevap hemen yakındadır. Bu cevap aşağıda an­latılan güzel olaydadır.


Marksist öğretmen, henüz orta öğretimin ilk sınıflarından birinde, çocukların ortasında durmuş, inkarcılığını ortaya koyacak şekilde so­ruyor:


Allah'ı görüyor musunuz?


Gençler hep bir ağızdan "Hayır!" cevabını veriyorlar.


Sınıftan bir çocuk ayağa kalkarak -babası dini tahsil görmüş olsa gerek- şöyle diyor:


Arkadaşlarıma bir soru sormama izin verirmisiniz? Öğretmen sıkıntı içinde çocuğa izin vererek şöyle diyor:


Sor bakalım! Ne soracaksın?


Genç arkadaşlarına dönerek sessiz ve sakin bir şekilde sordu:


Arkadaşlar! Öğretmenin aklını görüyor musunuz? Çocuklar hep birlikte cevap verdiler:


Hayır!


Bu noktada genç şunu söyledi: - Öğretmenin aklı yoktur!


Sınıf alkış ve gülüşme gürültüsü ile doldu taştı. Öğrencinin Mark­sist öğretmenine cevabı susturucu olmuştu. Kâfir apışıp kaldı!


Uzaya giden (Rus) astronotlarından birinin saçmalarını basından okuduk. Bu astronot şöyle diyordu:


Uzayda herkesin sözünü ettiği Allah'ı uzun süre aradım. Fakat onu ne bulabildim, ne de gördüm!


Bu adama diğer bir astronot cevap verdi. Bu kişi dindar ve Allah'a inanan (Amerikalı Hristiyan) bir astronot idi. O ise şöyle diyordu:


Benim inandığım Allah'ı bu inkarcının gözleri görmez!


(Hristiyan olmasına rağmen) sanki bu astronot verdiği cevabı, Al­lah'tan bahseden şu ayetin nurundan almıştı:


Gözler O'nu göremez; halbuki O gözleri görür. O lütuf sahibidir, herşeyden haberdardır. (En'am/103)


4. İslâmiyet, Allah'ın insanları hidayete sevketmek için gönderdi­ği peygamberlerden bahsediyor. Bir müslümanın Allah'ın peygamber­lerinin hepsine inanması şarttır.


Marksizm ise bunlardan hiç birisinin peygamberliğine inanmaz. Peygamberleri gönderen Allah'ın varlığına inanmadığı için peygam­berleri yalancı ve iftiracı saymaktadır.


İman eden yüz milyonlarca ümmetleri olduğu halde Hz. Muham-med'i, Hz. Musa'yı, Hz. İsa'yı ve diğer peygamberleri yalancı ve iftira­cı kabul etmektedir.


Sapıklıkta bu ne cesaret ve ne yüzsüzlüktür?


5. İslâmiyet Allah'ın seçtiği kullarına vahy indirerek, elçilik ve Allah'ın dinini tebliğ etme görevini yükleyerek onlardan insanları di­ne davet etmelerini ve bunda titizlik göstermelerini istediğini bildir­mektedir.


Marksizm ise dini hurafe sayıp halk ve milletler için dinin bir uyuşturucu olduğunu söylemektedir.


6. İslâmiyet insana çalışıp kazanmasını, mülk sahibi olup, gerek­tiğinde biriktirip, gerektiğinde harcayarak hayatın güzelliklerinden ya­rarlanmasını tavsiye ediyor.


Marksizm ise hiç bir sorumluluk ve hakka dayanmadan baş kal­dırmaya anarşiye davet etmektedir.


7. İslâmiyet, helâl mal ile edinilen özel mülkiyeti tanıyor ve mül­kiyet hakkını koruyup ona saygı gösteriyor.


Hz. Peygamber "Müslümanın müslümana her şeyi; kanı, malı, ır­zı haramdır" buyuruyor.


Marksizm ise insanda doğal, yaratılıştan bir eğilim olan özel mül­kiyeti ortadan kaldırarak, ona karşı koymaktadır.


8. İslâm, miras hukukunu bir sistem olarak ortaya koymuş, detay­larıyla birlikte hak sahiplerini belirlemiştir. Bu sistem öylesine benim­senmiştir ki müslüman olmayanlar bile bu hükümleri kendi istek ve ar­zuları ile uygulamışlardır.


Kur'an mirasta hak sahiplerini tafsilatı ile anlattıktan sonra bu hü­kümler hakkında şöyle buyurmuştur:


Bunlar, Allah'ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygam-ber'ine itaat ederse Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. (Onlar) orada devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtu­luş budur.


Kim Allah'a ve peygamberine karşı isyan ederse ve sınırlarını aşarsa, Allah onu devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için al-çaltıcı bir azap vardır. (Nisa/13-14)


Marksizm ise miras diye bir şey tanımıyor. Miras ile ortaya çıkan hak ve hukuka bir değer vermiyor.


İslâmiyet tüm insanları kardeşliğe çağıran bir dindir. Kur'an'da bunu belgeleyen ayetler vardır:


Ey insanlar! Doğrusu biz sizi erkek ile dişiden yarattık. Ve birbi-rinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. (Hu-curat/13)


Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan da eşini yara­tan ve ikisinden bir çok kadınlar ve erkekler üreten rabbinizden sakının. (Nisan/l)


Hak bir hüküm olarak tek üstünlük faktörü takva ve Allah korku­sudur. Bunu Hz. Allah şöyle bildiriyor:


Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız. O'ndan en çok korkanımzdır. (Hucurat/13)


Hz. Peygamber de şöyle buyuruyor:


Beyazın çocuğu siyahın çocuğundan üstün değildir. Ancak takva ve iyi işler yapan(lar diğerlerinden) üstündür.


Marksizm ise belirli bir sınıfın (işçi sınıfının) diğer sınıflardan üs­tün olması için çalışır.


11. İslâmiyet insan için ve insanı mutlu etmek için gelmiştir. Ce-nab-ı Hak şöyle buyurur:


Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. (Bakara/185)


O (Allah) din hususunda üzerinize hiç bir zorluk yüklemedi. (Hac/78)


Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister. (Nisa/28)


Oysa Marksizm şöyle der: "İnsan kominizm için vardır". Sanki kominizin insanın taptığı puttur.


İslâmiyet insanı yüceltir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:


Biz hakikaten insan oğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çe­şitli araçlar ile) karada ve denizde taşıdık. Kendilerine güzel gü­zel azıklar verdik. Yine onları yarattıklarımızın bir çoğundan üs­tün kıldık. (İsra/70)


Fakat Marksizm insanı devlet dolabında bir çivi sayar.


Kominizmin putlarından biri olan Lenin şöyle der: "Hürriyetin ol­duğu yerde devlet, devletin olduğu yerde hürriyet yoktur!"


İslâmiyet hikmetlidir; sorumluluk yüklenmiş devlet ile özgürlük sahibi kişiyi birarada düşünür. İslâm'a göre devletin yöneticisi herkes­ten Önce sorumludur. Bu anlayışı Hz. Ömer'in şu sözü ifade ediyor: "Dicle kıyısında bir hayvanın ayağı kopup düşmesi halinde, niçin yo­lu düzgün yapmadığımdan kıyamette sorguya çekileceğimden korka­rım."


İslâmiyet halkın karşısında devleti ve devlet başkanını sorumlu tutmaktadır. Hz. Ebubekir halife seçildikten sonra irad ettiği ilk hutbe­sinde şöyle diyor:


Benim doğru yolda gittiğimi görürseniz bana yardım ediniz. Eğer batıl yolda olduğumu görürseniz beni düzeltiniz. Allah'a itaat etti­ğim sürece siz de bana itaat ediniz. Eğer ben Allah'a isyan eder­sem, sizin bana itaat etmeniz gerekmez.


Hz. Ömer de bir konuşmasında: "Benim eğri bir yanımı görürse­niz, doğrultunuz" deyince, dinleyenlerden birisi kalkıp Hz. Ömer'e şu cevabı veriyor: "Biz senin bir eğriliğini görürsek onu kılıçlarımızla doğrulturuz."


İslâmiyet insanın doğuşundan itibaren hürriyetine değer vermiştir.


Hz. Ali şöyle der: "Allah seni hür yaratmıştır. O'ndan başkasına kul köle olma."


Hz. Ömer, valilerinden birinin bazı kişilerin Özgürlüğünü kısıtla­dığını görünce şöyle demiştir: "Analarının hür olarak dünyaya getirdi­ği insanları ne zaman köleleştirdiniz?"


İslâmiyet'in getirdiği ve müslümanların uyguladığı bu prensibleri Marksizm bilmez ve tanıyıp benimsemez. Şayet marksizm bu prensib-lerden bazılarını dile getirirse, bu karşılaştığı kimseyi aldatmak için söylediği boş bir sözden ibarettir.


Şayet Marksizm servetin sadece zenginlerin elinde dolaşmayıp herkesin mal sahibi olmasını isteyip, insanların sermaya birikimini -insanın servet sebebiyle doğru yoldan çıkıp taşkınlık yapacağı gerek­çesiyle— yasaklıyorsa, İslâm'ın böyle uydurma toplumculuktan yana olan Marksizmin sahte ışığına ihtiyacı yoktur.


Nitekim İslâm'ın Gerçekleri isimli kitapta şunları görmekteyiz: Mal kazanmak, mubahtır ve iyi bir şeydir. Fakat altın ve gümüşü toplayıp da onu hayırlı yerlere harcamayanlar, lanetlenmişlerdir ve elem verici azabı hak etmişlerdir. Kur'an'da şu ayet ile bu hu­susa işaret edilmektedir:


Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele. (Tevbe/34)


Servetin iyi olması elden ele dolaşması ile olur. Böyle olursa, sa­dece zenginler arasında dolaşan bir mal olmaktan çıkar. Ondan her­kes yararlanır. Varlığın bir insanın elinde toplanarak, sahibini taşkın­lığa sevk etmesi, iyi bir şey değildir. Nitekim şu ayette buna işaret olunuyor:


Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar. (Alak/6-7)


Karaborsacılara gelince: Bunlar İslâm toplumunda safdışı edilip, dışlanmışlar ve lanetlenmişlerdir.


Nitekim aşağıdaki hadislerde buna işaret edilmiştir:


Halka (gıda malzemesi) getirene rızık vardır. Karaborsacı ise la-netlenmişir.


Fiatı artırmak amacı ile kırk gün bir malı depolayan kimse Al­lah'tan uzak olur. Allah da ondan uzak olur.


Bir taraftan mal, bir taraftan işçilik olmak üzere kurulan şirketler­de karaborsacılık hilesine engel olmak için para ve yiyecek maddesi değişimlerinde fazlalık şiddetle yasaklanmıştır. Böylece bu tür deği­şimlerde faiz de engellenmiştir.


Birbirine yakın rivayetlerde şöyle buyurulmuştur:


Altın ile altın, gümüş ile gümüş, buğday ile buğday, arpa ile arpa, hurma ile hurma, tuz ile tuz aynı miktarlarda ve peşin alınıp veri­lerek takas edilir. Her kim fazlasını alırsa faiz almış olur.


İslâmiyet müslümanın çalışıp kazanmasını hoş görür (ve bunu teş­vik eder). İşsizliğin ve başkalarına yük olmanın İslâm'a göre hoş olma­dığını bildirir.


Hz. Peygamber'in hadisleri bu konudaki ilahi emirleri desteklemek­tedir. Bu hususta söylenilenleri şu ayet içinde toplamış bulunmaktadır:


(Rasûlüm!) De ki: "(Yapacağınızı) yapın! Yaptığınızı Allah da, Ra?;C'lü de müminler de görecektir." (Tevbe/105)


Konuyu ilgilendiren hadisler de şöyledir:


Allah hünerli çalışkan kulunu sever. İşsiz (çalışmayan) kulundan hoşlanmız.


Kazancın en iyisi insanın el emeği ile kazandığıdır.


İslâm devletini kuran Hz. Ömer şöyle diyor: "Yemin ederim ki Arab olmayanlar (yarın kıyamet gününde) çalışkan olarak gelip de, bizler bir iş yapmadan (Peygamberin huzuruna gelirsek) onlar (Pey­gamberin huzurunda olmaya) bizden daha çok layıktırlar. İşinde kusu­ru olanı, soyu sopu öne çıkaramaz.


İslâm toplumunda çalışmaya ve kazanmaya gücü yetip de (işsiz olarak) oturan kimsenin hiç bir mazereti olamaz. Fakat bir sıkıntı ne­deniyle veya gücü yetmediği için zorunlu olarak çalışıp kazanamayan kişinin toplum tarafından bakılmak gibi bir hakkı vardır. Bu öyle bir haktır ki İslâm toplumunun hiçbir ferdi aldırmazlık edemez. İslâm top­lumunun bireylerinden zekat nisabına sahip olanlar bu hakkı ödemek durumundadır. Bilindiği üzere zekat, İslam dininin üzerine kurulduğu beş farzdan biridir.


Kur'an'da hiç bir farz, zekatın tekrar tekrar anıldığı gibi anılma-mıştır. Zekat kendine ait kelime ile Kur'an'da geçtiği gibi, ayrıca şadaka, ihsan, iyilik etmek, yetim ve yoksulları yedirmek adı altında da Kur'an'da yer almaktadır.


Marksizmi eleştirirken sadece kendimiz tarafından söylenilen sözlerle yetinmiyoruz. Bu konuda araştırmacı olan, toplumsal hareket­ler hakkında hüküm verebilen ve çeşitli yönlerin analizini yapabilen uzmanların sözlerini de buraya alıyoruz.


Bunlardan birisi önce marksist olarak sivrilip parlamış, Marksiz­mi derinlemesine incelemiş, güçlü bir şekilde söz sahibi olmuş bir kimsedir. Daha sonra acı hakikatin ortaya çıkması ile gerçeğe dönen bu zat, meşhur Fransız yazar Andree Gide'dir. Bir süre Marksizm ile alda­tıldıktan sonra şöyle demiştir:


Ne olursa olsun ahlak, kominizmde olduğu kadar aşağılara düş­memiştir. Ne kadar güçlü hayal sahibi olunursa olunsun hiç bir kimsenin insanlık, din ve hürriyet gibi değerlerin kominist ülke­lerdeki sefaletinin büyüklüğünü tasavvur etmesi mümkün değil­dir. Kominizmde olduğu kadar insanlığın hiçe sayılmasının hiç bir sistemde kominizmdeki düzeye ulaşması mümkün değildir.


Hindistan'ın meşhur lideri Gandi 1965 Nisan'mda yaptığı konuş­mada şöyle diyor:


19. yüzyılda yaşayan Kari Marx'ın düşüncesi, 20. yüzyıla uygun düşmemektedir. Zira bu yüz yılda bilim ve ekonomik doktrinler öylesine ilerlemiştir ki, artık Marx'ın görüşleri bu yüz yılda geçer­liliği kalmamış ve kabul edilir olmaktan çıkmıştır.


Benim Marksist felsefe ile bir ilgim yoktur. Marksist felsefe ben­liğimin boşluğunu doldurmadığı gibi, aklımın yönlendirdiği soru­ya da cevap olamıyor. Marksizm örnek olmaktan uzaktır. Kötülük iyilik aracı olamaz.


Belki bu sözlerden sonra görüş sahibi olan her insan için açık bir şekilde ortaya çıkmıştır ki İslâmiyet ler bakımdan Marksizmi reddet­mektedir. Hiç bir surette bir müslümanın hem müslüman, hem mark­sist olması mümkün değildir.


Hem Marksist kominist, hem de müslüman olduğunu iddia etme­si Allah'a, gerçeğe iftira etmesi demektir. Bu durumda olan kimse di­nini ve imanını inkar etmiş ve büyük bir günah işlemiş olur.


Allah doğruyu söyler ve doğruya hidayet eden O'dur.

Bu Bölümdeki(8) Diğer Sorular için aşağıdaki menüye bakınız↷↷↷
  • Tevhid
  • Kur'an
  • Sorularla İslam-8.Bölüm
  • Sorularla İslam-Bölümler
  • ☝📖 المحمية 📖☝


https://www.muhammediyye.org/

📖-المحمية علي الكتاب و السنة الصحيحة-📖

                   Öğrencilerimize önemli hatırlatma;


اعوذ بالله من الشيطان الرجيم

 بسم الله الرحمان الرحيم

 الحمد لله رب العالمين وحده لا شريك له و محمد رسول الله لا رسول و لا نبي بعده و الصلاة و السلام علي آله واهل بيته و اصحابه و امته اجمعين

Kovulmuş şeytandan,Her şeyin yaratıcısı tek rabb,tek ilah,tek gerçek egemen,rahman ve rahim olan Allaha cc sığınırız,her türlü kulluğun,ibadetin,itaatin,faydalı amellerin ve sözlerin tümü sadece ve sadece onun rızası içindir,salatü selam bütün peygamberlerin peygamberi  efendimiz,rehberimiz,önderimiz ve örneğimiz Hz Muhammed Mustafa aleyhi efzalussalati vesselama,aline,temiz ehli beytine,davası uğruna savaşan ashabına ve yolunda yürüyen ümmetine olsun.

Sitemizde yeralan çalışmalarımız;başta yüce kitabımız Kur'anı Kerim olmak üzere,temel İslami kaynakların anlaşılmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.Bu çalışmalarda bizlerden ilgisini,yardım ve desteğini esirgemeyen kardeşlerimizden ve cümle müslümanlardan. Allah razı olsun.

   📖☝المحمدية علي الكتاب و السنة☝📖☝Muhammediyye☝📖

             S.Muhammed Kayaalp El-Haşimi Ks

الامام سيد محمد الهاشمي

Destek olmak isteyen kardeşlerimiz iletişim formundan bize yazınız,Allah razı olsun.S.Muhammed Kayaalp (el-Haşimi) Ks--Arapça Dersleri-İslami Sohbetler-Tevhid-Tefsir-Hadis-Fıkıh-Fetvalar-İrşadlar...↷↷↷↷




İslâm Ve Marksizm-S:İslâm ülkelerinde Marksizm gibi bir takım yıkıcı cereyan­lar yayılmaktadır. Marksizm ve benzeri akımlar karşısında İslâm'ın du­rumu nedir? Rating: 4.5 Diposkan Oleh: ☝الاامام سيد محمد هاشمي الموسوي☝المحمية

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.