Sorularla islamiyet-15->Cevap: Hz. Muhammed (s.a) belirli bir millete veya belirli bir halka değil, bütün insanlara peygamber olarak gönderilmiştir. O, en son ve evrensel bir peygamberdir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ Kur'an-ı
Kerim'de şöyle buyurur:
De ki: "Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin rabbi olan Allah'ın elçisiyim." (A'raf/158)
Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya/107)
Gerçekten Hz. Muhammed bütün insanlığın peygamberidir. Fakat bu onun Arab ırkından, Kureyş kavminden ve Haşimi soyundan gelen bir peygamber olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Yani Allah Teâlâ hikmet ve ilminin bir gereği olarak onu Arab milletinin içinden seçip çıkarmıştır. Her ne kadar o bütün insanlara peygamber olark gönderil-mişse de bu gerçek değişmez. Bu, Arab milleti için bir övünçtür, hatta bu necip milletin en tepesinde onun ilk efendisinin, Hz. Peygamber'in (s.a) bulunmuş olması en büyük şereftir. Bu büyük millet, inanarak ve güvenerek bütün insanlığa her zaman göğsünü gere gere şöyle söyleyebilir: Allah Teâlâ lütf u inayetiyle insanlığın efendisi ve yol göstericisini benim içimden, evlerimin en şereflisinden ve soylarımın en temizinden çıkarmıştır.
Sahih-i Müslim'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a) bu gerçeğe şöyle iştirak etmektedir:
Allah Teâlâ İbrahim'in evlatları içinden İsmal'i, İsmail'in evlatları içinden Kinane oğullarını, onların içinden Kureyş'i, Kureyş'in içinden Haşimoğullarmı, Haşimoğullarının içinden de beni seçmiştir.
Yine şöyle buyurur:
Allah Teâlâ mahlukatı yarattığı gün benim onların en hayırlılarından birisi olmamı murat etti. Sonra onları kabileler haline getirdiği zaman benim en hayırlı kabilenin içinde olmamı murat etti. Sonra onları aileler haline getirdiği zaman benim en hayırlı aileye mensup olmamı murat etti. Bu sebeple ben ailelerin en hayırlısına mensubum ve ben en hayırlı insanım.
Belki de takdir-i ilahi, ataları İbrahim ve İsmail kanalıyla kökleri tarihin derinliklerine kadar uzanan Arablarm şanını bir Arab Peygamberle yüceltmeyi murat etti. İbnü'l-Cevzi'nin el-Vefa bi Ahbar'iUMus-tafa isimli kitabında rivayet edildiğine göre, Hz. Musa, Tevrat'ın birinci sifrinde iman etmiş büyük bir Arab milletini, onların iki büyük atası Hz. İbrahim ve İsmal'in torunu Hz. Muhammed'i müjdelemiştir.
Rivayet olunur ki Hz. Hacer, Hz. Sare'nin yanından ayrılıp gittikten sonra ona Allah'ın meleği görünür ve şöyle der:
Ey Sare'nin cariyesi Hacer! Efendin Sare'nin yanma dön ve ona itaat et. Ben senin zürriyetini ve neslini sayılamayacak kadar çoğaltacağım. Sen İsmail ismini vereceğin bir oğlan çocuğuna hamile kalacak ve onu doğuracaksın. Çünkü Allah senin yakarışını işitti. Onun eli herkesin üstünde olacak ve herkesin eli boyun eğerek ona açılacaktır.
İbn Kuteybe der ki:
Bu sözü iyi düşün. Çünkü bunda Hz. Peygamber'in kastedildiğine dair açık bir delil vardır. Çünkü İsmail'in eli İshak'm elinin üstünde değildir. İshak'ın eli, boyun eğerek ona açılmış da değildir. Böyle bir şey nasıl olsun ki? Çünkü meliklik ve peygamberlik, İshak'm iki oğlu olan İsrail ve el-İys'in elindedir. Ancak Hz. Peygamber (s.a) gönderildiği zaman peygamberlik İs m ai loğu 11 arına intikal etmiştir. Melikler ona yaklaşmış ve milletler ona boyun eğmişlerdir. Allah onunla diğer bütün şeriatleri hükümsüz kılmış ve onu peygamberlerin sonuncusu yapmıştır. Ahir zamanda hilafeti ve melikliği (hükümranlığı) İsmailoğullarınm eline vermiş ve böylece onların eli boyun eğerek onlara açılmıştır.
Burada Hz. Peygamber'in atası Hz. İsmail'in Arab ırkının birliğini temin etmede oynadığı büyük bir rol daha vardır: İsmail (a.s) Arab kadullarla evlenmiştir: Önce Yemenli Cürhüm kabilesinden Ra'le bintu Amr, ikinci olarak aynı kabileden Saide bintu Medad, üçüncü olarak da yine aynı kabileden el-Hunefa bintu el-Haris isimli kadınla evlenmiştir.
İsmail'in cevherinde/çocuklarında bulunan Arab kanı, aslında babası yoluyla aldığı Irak kanının ve annesi Hacer yoluyla aldığı Mısır kanının ve bu üç Arab kadın yoluyla Yemen'den aldığı kanın bir bileşimidir. Kim bilir belki de bu, Muhammed'in atası olan Hz. İsmail'in torunlarının -ki bunlar Arab milletidir- İslâm'ın lütfuyla Asya'ya, Afrika'ya ve dünyanın diğer bölgelerine dağılıp çoğalacağına dair kaderin bir imasıdır/işaretidir.
Kur'an'da verilen bilgiye göre Allah Teâlâ Hz. İbrahim'in Arab milleti ve Arab vatanı için yapmış olduğu duayı kabul etmiştir: İbrahim şöyle demişti:
Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. Rabbim! O putlar insanların çoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa bendendir, kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin. Ey rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için senin beytinin (Kabe'nin) yanında, ziraate elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle azıklarıdır. (İbrahim/35-37)
Kur'an'da anlatıldığına göre Hz. Muhammed'in ataları ve Arab milleti Kabe'nin temellerini yükseltiyordu ve şöyle diyorlardı:
Ey rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey rabbimiz! İkimizi sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da sana teslim olan bir ümmet çıkar, bize ibadet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin. Ey rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü güçlü olan ve herşeyi yerli yerince yapan yalnız sensin. (Bakara/127-128)
Fizilali'l-Kur'an Tefsirinin ifadesine göre Hz. İbrahim ve İsmail'in duasının kabul edilmesi, Hz. Muhammed'in (s.a) yüzyıllar sonra Peygamber olarak gönderilmesiyle gerçekleşmiştir. Hz. İbrahim ve İsmail'in soyundan gönderilen bu Peygamber, Allah'ın ayetlerini insanlara okuyor, kitabı ve hikmeti öğretiyor, onları bütün kir ve pisliklerden temizliyordu. Hz. İbrahim ve İsmail yukarıdaki ayetlerde geçen bu dualarıyla müslüman ümmetin Hz. İbrahim'in önderlik mirasının sahibi olduklarını, aynı şekilde Mescid-i Haram'a ait görevlerinin de mirasçısı olduklarını belirlemiş olmaktadırlar. Çünkü İsmail (a.s) Kabe'nin ilk bekçisidir. Kendilerini dini yönden Hz. İbrahim'e, nesep yönünden Hz. İsmail'e bağlayanlar şunu unutmasınlar ki onların mirasçıları, ancak müslüman olan ve rablerine iman eden milletlerdir.
Çünkü Hz. İbrahim ve İsmail, Allah'ın kendilerini müslüman olanlardan kılması, nesillerinden de müslüman bir millet çıkarması ve onların içinden kendilerine bir peygamber göndermesi için dua etmişler, Allah da bu köklü ve soylu aileden Muhammed ibn Abdillah'ı peygamber olarak göndermiş ve Allah'ın emrini yerine getiren müslüman milletin elinde de Allah'ın dininin varisliğini gerçekleştirmiştir.
Allah Teâlâ Hz. İbrahim ve İsmail'in duasını kabulünden beri Kabe -ki Arab ülkesinin merkezidir- tarih boyunca milyonlarca insanın uğrak yeri olmuştur. Bu, Allah'ın .Hz. İbrahim'in duasıyla yücelttiği Arab milleti için bir şereftir.
Hz. Muhammed'in büyük ataları Hz. İbrahim ve İsmail'den (asırlarca) sonra, Arablara büyük bir onur kazandıracak olan babası Abdullah gelir.
Hz. Muhammed İbnu'z-Zebihayn (iki kurbanlığın oğlu) diye de isimlendirilir. Birinci kurbanlık, yüce Kur'an'm Saffat suresinde işaret ettiği İsmail'dir (a.s):
işte o zaman biz ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. Çocuk babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: "Yavrucuğum! Rüyada seni boğazlıyorken görüyorum. Bir düşün, ne dersin?" dedi. O da cevaben: "Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun'1 dedi. Böylece ikisi de Allah'a tes-
limiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatınnca: "Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükafaatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır" diye seslendik. Biz oğluna bedel olarak ona büyük bir kurbanlık verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim'e selam! (Saf-fat/101-109)
Hz. Peygamber'in kurban edilmek istenen iki atasından birincisi Hz. İsmail olduğuna göre, ikinci Abdullah'tır.
Tarihi rivayetlere göre Abdullah'ın babası Abdulmuttalib Zemzem kuyusunu yeniden onarıp ortaya çıkardığı sırada Kureyş ile arasında anlaşmazlık çıkmıştı. O esnada Haris'ten başka da çocuğu yoktu (yani Kureyş'e karşı güçsüz durumda idi). Bu sebeple Abdulmuttalib, on erkek çocuğu sahip olduğu takdirde bunlardan birisini Allah için Kabe'nin yanında kurban etmeyi adadı. Bu arzusu gerçekleşti ve çocuklarının sayısı ona ulaştı. Çocuklarına adağını haber verdi. Onlar da razı oldular. Herbirinin ismini yazarak bir kupanın içine bıraktı. Çektikleri kurada Abdullah'ın ismi çıktı. Onu kurban etmeyi düşündü, fakat kavmi karşı çıktı ve konuyu bir Kâhin ile istişare etmesini öğütlediler.
Kâhin kadın dedi ki: "Sizde diyet nasıldır ve ne kadardır?" "On devedir" dediler.
Kâhin dedi ki: "Arkadaşınızı (Abdullah'ı) ve on deveyi getirin yan yana koyun ve develerle arkadaşınız arasında kura çekin. Kura arkadaşınıza çıkarsa rabbiniz razı oluncaya kadar develeri her seferinde onar onar artırın. Kura, develere çıktığı zaman rabbiniz razı olmuş ve arkadaşınız kurtulmuş demektir."
Abdullah ile on deve arasında kura çektiler. Kura Abdullah'a çıktı. Develerin sayısını on tane artırdılar, kura yine Abdullah'a çıktı. Her kurada develerin sayısını onar onar artırdılar, nihayet deve sayısı yüz olunca kura.-develere çıktı, develeri kestiler ve Abdullah kurtulduğu için büyük bir sevinç duydular.
Hz. Muhammed, peygamberlikle görevlendirilmeden önce Arab-ların hayrına olan ve aralarında ahlaki güzelliklerin yüceltilmesine ve-
sile olan şeylere katkıda bulunmuştur. İşte o, bu maksatla daha genç yaşlarında iken, haksızlığa uğrayan bir kimsenin hakkını haksızlık yapan kimseden geri almak hususunda yardımlaşmak için İslâm'dan önce ileri gelen bazı Arablar tarafından kurulan Hılfu'l-Fudûl isimli kuruluşa iştirak etmiştir. Bu kuruluşun ortaya çıkmasına doğrudan vesile olan olay şudur: Yemenli bir adam Mekke'ye mal getirir. Malını Beni Sehm'den bir adama satar. Fakat adam malın bedelini ödemez, savsaklar. Yemenli yüksek bir yere çıkar ve topluluğa şöyle seslenir.
Ey Fihroğulları! Bu mazlumun malı Mekke vadisinde kaldı. Duymadık demeyin o çok uzaklardan size geldi. Beni Sehm'den yok mu onu himayesine alacak? Yoksa bu Kabe misafiri malsız mı kalacak?
Abbas ve Ebu Süfyan hemen harekete geçtiler ve Yemenlinin hakkını alarak kendisine iade ettiler. Bu hadise üzerine Kays kabilesine mensup kişiler Abdullah ibn Ced'an'm evinde toplandılar ve Mekke'de haksızlık ve zulmün önlenmesi, hiç kimseye haksızlık yapılmaması, haksızlığa uğrayana yardım edilmesi, onun hakkının korunması ve geri alınması hususunda aralarında bir anlaşma yaptılar. Bu anlaşmaya Hz. Peygamber de (s.a) iştirak etti. Hz. Peygamber daha sonraları bu anlaşmadan şöyle söz ederdi:
Abdullah ibn Ced'an'm evinde şahit olduğum ve iştirak ettiğim bu anlaşmayı dünyalara değişmem. İslâm döneminde de böyle bir anlaşmaya çağrılsam yine iştirak ederim.
Kureyşlilerden bazıları dediler ki: "Vallahi bu bir fazilettir." Sonra buna Hılfu'l-Fudûl (faziletlilerin anlaşması) dediler.
Hz. Muhammed (s.a) peygamberliğinden önce -hatta senelerce önce- de milletinin birliği ve uyumunu korumaya katkıda bulunmuştur. Arablar Kabe'yi yıkıp yeniden yapmışlardı. Çünkü sellerin etkisiyle iyice harap olmuştu. Sıra Haceru'l-Esved'in yerine yerleştirilmesine gelince aralarında anlaşmazlık çıktı. Her kabile bu taşı yerine koyma şerefine sadece kendisi sahip olmak istiyordu. Hatta bu yüzden kanlı
bir savaşı bile düşünmeye başlamışlardı. Nihayet denildi ki: "Mes-cid'in kapısından ilk olarak kim girerse onun hakemliğine razı olun." Bu şekilde karara vardıktan sonra Mescid'e ilk olarak Hz. Muhammed (s.a) girmişti.
Hepsi birden bağırdılar: "Bu Muhammedü'l-Emin'dir. Biz bunun vereceği hükme razıyız."
Ona durumu anlattılar. Hz. Muhammed parlak zekası ve keskin aklıyla anlaşmazlığı en güzel şekilde çözecek ve husumeti ortadan kaldıracak çok güzel bir plan yaptı ve dedi ki: "Geniş bir örtü getirin!"
Hacer-i Esved'i elleriyle aldı, örtünün ortasına koydu ve dedi ki: "Her kabilenin temsilcisi örtünün bir ucundan tutsun!" Tuttular, sonra emretti ve kaldırdılar. Taşın konulacağı hizaya geldiklerinde onu aldı ve yerine koydu.
Böylece problem çözüldü, herkes razı oldu ve barış geri geldi.
Allah Teâlâ'nm Arab milletine bir nimeti olan Hz. Muhammed (s.a) geldi, onların dağınıklığını topladı ve birliklerini temin etti. Elinde yüce rabbinin kitabı Kur'arı-i Kerim vardı, Kur'an-ı Kerim Hz. Mu-hammed'in eliyle Muhammed'in kavminin Allah tarafından nasıl ni-metlendirildiğini, dağınıklık, parçalanmışlık ve düşmanlıktan sonra birlik, kuvvet ve hidayete nasıl ulaştıklarını anlatır. Bu konuda Al-i Im-ran suresinde şöyle buyurulur:
Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmüş kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulaşınız. (Al-i İmran/103)
Kur'an-ı Kerim mümin Arablara dedeleri ve Peygamberlerinin dedesi olan Hz. İbrahim'i (a.s) anlatır ve şöyle buyurur:
Allah uğrunda gereği gibi cihad edin. O sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kalmamıştır. Daha önce ve Kur'an'da, Peygamber'in size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size müslüman adını veren O'dur. Artık namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!.. (Hac/340)
Kur'an-ı Kerim'i Hz. Muhammed, Arablara Allah'ın ikramını anlatmak için rabbinden getirmiştir. Kureyş, Arabların en önde gelen koludur. Kureyş suresinde şöyle buyurulur:
Kureyşe kolaylaştırdığı, evet, yaz ve kış seyahatlerini onlara kolaylaştırdığı için onlar, kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan şu evin rabbine kulluk etsinler! (Kureyş/1-4)
İslâm'ın Arablardan oluşan ilk askerleri Hz. Muhammed'in kavmi idi. Allah Teâlâ onların imanlarını tebrik eder ve onlara övgüler yağdırır. Mesela Tevbe suresinde onlar hakkında şöyle buyurur
İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnutturlar. Allah onlara içinde temelli ve ebedi kalacakları içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur. (Tevbe/100)
Allah Teâîâ, peygamberi Hz. Muhammed vasıtasıyla mümin Arab milletine lütfunu bol bol ihsan etmiştir. Evet, Arablığm ve Arabçanın koruyucusu ve Arabların övünç kaynağı olan eşsiz ilahi kitap Kur'an'i Hz. Muhammed'e indirdirmekle Allah Teâlâ onlara kat kat nimet ve ihsanda bulunmuştur. Çünkü Arab lisanını koruyan ve ebedi olarak yaşamasını garanti eden Kur'an'dır. Kur'an-ı Kerim var olduğu müddetçe Arabça da var olacaktır. Arabça Kur'an'a bağlı olarak ebediliği garanti etmiştir. Allah Hıcr suresinde şöyle buyurur:
Doğrusu kitabı biz indirdik, onun koruyucusu elbette biziz. (Hıcr/9)
Kur'an-ı Kerim, Allah Teâiâ'nın Hz. Peygamber'in milletini Kur'an'la onurlandırdığını dünyanın önünde tescil etmiştir. Zuhruf suresinde şöyle buyurulur:
Muhakkak ki o Kur'an hem senin için, hem de kavmin için bir şereftir, ileride ondan sorumlu tutulacaksınız. (Zuhruf/44)
Müfessirlerin piri Ebn Cerir et-Taberi der ki: "Allah Teâlâ buyuruyor ki: Ey Muhammed! Muhakkak ki sana indirilen ve sımsıkı sarılmanı emrettiğim bu Kur'an, hem senin için, hem de kavmin Kureyş için şereftir."
Hak Teâlâ Muhammed ümmetine Muhammed sebebiyle ikramda bulunduğunu tekrar tekrar ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur:
Sen onların içinde iken Allah, onlara azab edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerken de Allah onlara azap edici değildir. (Enfal/33)
Yani sen onların arasında ikamet ederken Allah onlara azap edecek değildir. Ve onların içinde mağfiret dileyen müminler varken de Allah onlara azap edici değildir. Allah onların içindeki müslümanları affedecektir.
Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a) rabbimizin katından getirdiği Kur'an'da, vahyin nazil olduğu yerlerdeki mekanların şanı yüceltilmiştir. Bu bölgeler Arab ülkesinin merkezidir. Kur'an-ı Kerim, Mekke'yi ve onun içinde insanlar için bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulan ilk mabeti övmüş ve bu şehri Ümmü'1-Kura (şehirlerin anası) diye isimlendirmiştir. Şûra suresinde şöyle buyurulmuştur:
Şehirlerin anası olan Mekke'de ve onun çevresinde bulunanları uyarman için sana böyle bir Arabça Kur'an vahyettik. (Şûra/7)
Nemi suresinde de şöyle buyurulur:
De ki: "Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) rabbine -ki o burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Herşey de zaten O'na aittir. Bana müslümanlardan olmam emredildi." (Neml/91)
Zafer yurdu Medine'yi de övmüştür. Tevbe sûresinde şöyle buyurur:
Medine halkına ve onların çevresinde bulanan bedevi Arablara Allah'ın Rasûlünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. (Tevbe/120)
Tavaf edenler, kendilerini ibadete verenler, namaz kılanlar, rüku ve secde edenler için (putlardan) temizlenmiş olan Mescid-i Haram'ı, Beyt'ül-Atik'i (mübarek beyt'i) övmüş, bu Beyt'i insanlar için hidayet kaynağı, bir toplanma mahalli ve güvenli bir yer kılmıştır.
Allah bu Beyt'i bütün insanlara eşit olarak tahsis etmiştir:
İnkar edenler, Allah'ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün insanlara eşit kıldığımız Mescid-i Haram'dan insanları alıkoymaya kalkanlar bilsinler ki kim orada zulüm ile haktan sapmak isterse onu can yakıcı bir azaba uğratırız. (Hac/25)
Arafatı, Meş'ar-i Haram'ı ve Safa ile Merve'yi de övmüştür. Safa ile Merve Allah'ın nişanelerindendir.
Kur'an-ı Kerim Arablan da övmüş ve onları ümmi diye vasıf-landırmıştır. Çünkü eskiden onların içinde okuma ve yazmayı bilenlerin sayısı azdı. Allah yüce Peygamber'in onlar üzerindeki etkisini ve onların arasından çıkmış olmasını övmüştür. Cuma suresinde şöyle buyurulur:
Ümmilere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Cumua/2)
Kur'an-ı Kerim Hz. Peygamber'in kavmi arasındaki değerine, onlarla ilişkisine de işaret etmiş ve Tevbe suresinde şöyle buyurmuştur:
Andolsun ki, içinizden size öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. (Tevbe/128)
Cumhur/çoğunluk bu ayet-i kerimede geçen min enfusikum kelimesini fa'mn dammesi ile okumuşlardır ki bu takdirde anlam, Arabla-rın arasında demektir. Abdullah ibn Abbas şöyle demiştir: Hz. Peygamberle soydaş olmayan hiçbir Arab kabilesi yoktur. Mudarlısı, Ra-biahsı ve Yemenlisi, hepsi onunla soydaştır. Onun akrabalığı bütün Arab kabilelerine yayılmış ve girmiştir.
Min enfusikum kelimesi fa nm fethi ile enfesîkum diye de okunmuştur ve bu takdirde mana sizin en faziletliniz ve en şerefliniz demek olur. Nefis, paha biçilmez değerde olan demektir. Hz. Muhammed'in nesebenin yüceliğinde ittifak edilmiştir. Biliyoruz ki Hz. Muhammed nesebce Arabların en şerefli ve temiz soyundan gelmiştir. Bu sebeple ben min Edeb'il-Kur'an isimli kitabımda demiştim ki: "Bu kelimeler, Efendimiz Hz. Muhammed'in nesebindeki tertemiz Arab boyasına işaret etmektedir. Rasûlullah (s.a) de: "Ben sizin en fazla Arab olanını-zım" ve "Ben, Arabların cennete girenlerinin öncüsüyüm" derken bu Arablık boyasına işaret etmiştir.
Tirmizî'nin Selman-ı Farisi'den rivayet ettiğine göre Selman şöyle der:
Rasûlullah (s.a) bana şöyle dedi: "Ey Selman! Bana buğzetme, yoksa dininden uzaklaşırsın." Dedim ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Allah bizi seninle hidayete eriştirdi, sana nasıl buğzederim?" Dedi ki: "Arab-lara buğzedersin, böylece bana da buğzetmiş olursun."
Tirmizî, Osman ibn Affan'dan Rasûlullah'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Kim Arabları aldatırsa benim şefaatime ve dostluğuma nail olmaz.
İbn Kesir Tefsirinde rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygam-ber'e şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana feda olsun! Ne kadar güzel konşuyorsun, senden daha Arab olanını görmedim." Rasûlullah dedi ki: Bu benim hakkım. Çünkü Kur'an benim lisanımla inmiştir. Allah Teâlâ buyuruyor ki:
Onu Cebrail apaçık bir Arab diliyle indirmiştir. (Şuara/194) Allah Fetih suresinin sonunda şöyle der:
Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken görürsün. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu onların Tevrat'taki sıfatlarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlen-
direrek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzer ki bu, ekincilerin hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah, onlardan inanıp iyi işler yapanlara büyük mükafaat vaadetmiştir. (Fetih/29)
Kur'an-ı Kerim, Muhammed'in kavminden iman eden, ona tabi olan, ihlas ve samimiyet içerisinde bulunan kimseleri o kadar övmüştür ki onların peygamberlerine verdikleri sözü Allah'a verilmiş olarak kabul etmiştir:
Muhakkak ki sana biat edenler Allah'a biat etmiş sayılırlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükafaat verecektir. (Fetih/10)
Burada Hz. Muhammed'e biat edenler, Arablardır. Allah onları, alemlere rahmet olarak gönderdiği Hz. Muhammed sayesinde İslâm dini ile temizlemiştir. Onların, sahip oldukları hertürlü şerefin, övünç ve hidayetin kaynağının İslâm olduğunu kesin olarak bilmeleri gerekir.
Buharî'nin rivayet ettiği bir kudsi hadiste Hz. Peygamber'e şöyle buyurulur:
Biz seni şahit, müjdeci ve ümmiler için bir koruyucu olarak gön-derik.
İbn Hacer'in Fethu'l-Bari isimli kitabında ifade ettiğine göre kudsi hadisteki ümmilerdlen maksat, Arablardır.
Allah TeâlâŞuara suresinde şöyle buyurur:
De ki: "Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum." (Şuara/23)
Abdullah ibn Abbas bu ayet hakkında şunları söyler: Rasûlullah (s.a) nesepçe Kureyş'in tam merkezindendir. Kureyş'ten hiçbir soy yoktur ki Peygamber'e (s.a) akrabalığı olmasın. Buna göre ayetin anlamı şöyle olur: (Peygamberliğimi tanımıyorsanız bari) aramızdaki akrabalık hukukuna saygı gösterin ve beni bu acıdan koruyun!
Rahmet ve kerem sahibi yüce Peygamber'den kavmine, akraba ve ümmetine rahmet ve hikmet şeklinde saçılan bu soylu duygu ne kadar yüce bir duygudur. Muhammed ümmeti çok geniş ve büyük bir ümmettir; uzak geçmişten yakın geçmişe ve bugünden yarına uzanan bir çizgide milyonlarca insanı içine alır. Fakat tarihin anlattığına göre mümin Arablar onun ümmetinin öncüleri olmuşlardır. Hz. Peygamber'in mübarek lisanından onun ümmetine karşı olan sevgisini ve takdir duygularını coşkulu bir şekilde ifade eden pek çok özlü sözler vardır:
İbn Mace Hz. Peygamber'in şu sözünü rivayet eder:
Bu ümmet daima hayır üzere olacaktır.
Ebu Dâvud ve İbn Hanbel şu hadisi rivayet eder:
Benim bu ümmetim merhamet edilen bir ümmettir.
Yine Ahmed ibn Hanbel şöyle rivayet eder:
Siz kendilerine kolaylık murad edilen bir ümmetsiniz.
Buharî ise şu hadisi rivayet eder:
Diğer ümmetlerin içinde benim ümmetim beyaz bir kıl gibidir.
Hz. Peygamber (s.a) onlarca hadisinde kendi ümmetini anlatmıştır. Her vesileyle onlarla ilgilenmiş, sevgi ve şefkatini göstermiş ve kendisini onların iyilik ve hayrına adamıştır. O şu kelimeyi daima tekrarladı:..
Ümmetim, ümmetim, ümmetim...
Hatta Buharî'nin rivayetine göre şefaat makamında iken bile "Ümmetimi, ya Rabbi!" diyecek.
Bu sebeple Allah Teâlâ'nın onun ashabına, Rasûlullah'a hitab ederken son derece nazik bir şekilde hitab etmelerini emretmiş olması şaşırtıcı değildir.
Hucurat süresindeki şu ayetleri dikkatlice okuyalım:
Ey iman edenler! Allah ve Rasûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize ba-
girdiğiniz gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafaat vardır. (Hucurat/1-3)
Sonuç olarak "Arab peygamber Muhammed" sözünün "İslâm ve Arablık" sözüyle sıkı bir ilgisi ve ilişkisi vardır. Bu sebeple okuyucunun benim Min Edebi'l-Kur'an isimli kitabımın "Kur'an'da Arablık" bölümüne bakmaları gerekir. Yukarıda verilen bilgileri daha da olgunlaştırmak için eklenmesi gereken şeyler orada mevcuttur. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.
Haşimi Arab soyundan gelip rabbi tarafından alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber'e salat ve selam olsun.

- Tevhid
- Kur'an
- Sorularla İslam-15.Bölüm
- Sorularla İslam-Bölümler
- ☝📖 المحمية 📖☝
☝https://www.muhammediyye.org/☝
📖-المحمية علي الكتاب و السنة الصحيحة-📖
Öğrencilerimize önemli hatırlatma;
اعوذ بالله من الشيطان الرجيم
بسم الله الرحمان الرحيم
الحمد لله رب العالمين وحده لا شريك له و محمد رسول الله لا رسول و لا نبي بعده و الصلاة و السلام علي آله واهل بيته و اصحابه و امته اجمعين
Kovulmuş şeytandan,Her şeyin yaratıcısı tek rabb,tek ilah,tek gerçek egemen,rahman ve rahim olan Allaha cc sığınırız,her türlü kulluğun,ibadetin,itaatin,faydalı amellerin ve sözlerin tümü sadece ve sadece onun rızası içindir,salatü selam bütün peygamberlerin peygamberi efendimiz,rehberimiz,önderimiz ve örneğimiz Hz Muhammed Mustafa aleyhi efzalussalati vesselama,aline,temiz ehli beytine,davası uğruna savaşan ashabına ve yolunda yürüyen ümmetine olsun.
Sitemizde yeralan çalışmalarımız;başta yüce kitabımız Kur'anı Kerim olmak üzere,temel İslami kaynakların anlaşılmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.Bu çalışmalarda bizlerden ilgisini,yardım ve desteğini esirgemeyen kardeşlerimizden ve cümle müslümanlardan. Allah razı olsun.
📖☝المحمدية علي الكتاب و السنة☝📖☝Muhammediyye☝📖
S.Muhammed Kayaalp El-Haşimi Ks
الامام سيد محمد الهاشمي
Destek olmak isteyen kardeşlerimiz iletişim formundan bize yazınız,Allah razı olsun.S.Muhammed Kayaalp (el-Haşimi) Ks--Arapça Dersleri-İslami Sohbetler-Tevhid-Tefsir-Hadis-Fıkıh-Fetvalar-İrşadlar...↷↷↷↷
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.